Hamlar, Haslar ve Jane Elliott


Sistemin “kahverengi gözlüleri”, kendi siyah yakalılarını yaratmış, onlarla hesaplaşmaya girişmişlerdi.

Irkçılık karşıtı beyaz bir öğretmen olan Jane Elliott, Amerikan tarihinin önemli trajedi ve kırılma noktalarından biri olan, Martin Luther King’in bir suikast sonucu öldürülmesinin ardından, öğrencilerinin (3. Sınıf çocukları) önyargılarını yaşayarak yenmelerini sağlayacak bir deney yapmaya karar verir.

Öğrencilerine mavi gözlü olanların, kahverengi gözlü olanlara göre daha zeki olduklarını söyleyerek işe başlar. Söylediklerini desteklemek için de bunun doğruluğunu kanıtlayan uydurma bilimsel veriler sıralar. Öğrencilerini söylediklerine inandırdıktan sonra, kahverengi gözlü öğrencilere kendilerini diğer arkadaşlarından ayırt etmek için siyah yakalar dağıtır ve bunları takmalarını ister.

Yine bu doğrultuda, mavi gözü öğrencilere diğer öğrencilerden daha fazla teneffüs yapmak, sınıfta söz hakkı önceliği vb. bazı ayrıcalıklar tanır. Kahverengi ve mavi gözlü öğrencilerin aynı çeşmeden su içmelerini yasaklayarak, siyahlarla beyazların tecrit döneminin bilinen uygulamalarından birini örnekler.

Buna benzer uygulamalar (övgü, eleştirme, rencide etme, küçük düşürme vs) sonucunda, mavi gözlü öğrenciler, kahverengi gözlüleri hor görmeye, hakaret etmeye ve onlara karşı küstahça tavırlar takınmaya başlarlar. Bu olumsuz etkiye karşın, mavi gözlü öğrencilerin ders başarısı ve derse katılımlarında gözle görülür artışlar olur. Uygulamanın sonunda kahverengi gözlü öğrenciler kendilerini dışlanmış, ötekileştirilmiş ve değersiz olarak görür ve ders başarıları ve derse katılımlarında ciddi düşüşler görülür.

Ertesi gün Bayan Elliot, sınıfa bir duyuru yaparak, bir önceki gün kendilerine yanlış bilgi verdiğini, üstün zekâya sahip asıl grubun kahverengi gözlüler olduğunu açıklar. Ardından, kahverengi gözlü öğrencilerinden, siyah yakaları çıkarmalarını ve bunları mavi gözlü öğrencilere vermelerini ister.

Deneyin ikinci gününün sonunda, siyah yakaları takan mavi gözlü öğrenciler, kendi yaptıkları uygulamaların aynısına maruz kalırlar. Kahverengi gözlü öğrenciler, yeni rollerini kısa sürede içselleştirmiş ve bir önceki gün kendilerine kötü davranan arkadaşlarıyla benzer tepkileri vermişlerdir. Günün sonunda, derse katılım ve başarı grafiği de tersine dönmüş; mavi gözlülerin hızlı düşüşüne karşılık, kahverengi gözlülerde ciddi artışlar kaydedilmiştir.

Jane Elliott örneği, tabiatı gereği ayrımcılığa ve farklı olanı ötekileştirmeye yatkın bir varlık olan insanoğlunun, bu lanetini en masum dönemi olan çocuklukta bile nasıl acımasızca kullanabileceğini göstermesi bakımından önemlidir. Kullanılmaya ve manipüle edilmeye an açık yönlerimizin başında kibir ve onun mamulleri olan kendini üstün görme, bencillik vb. zaaflarımız gelir.

İnsanın bu açık kapısını çok iyi bilen toplum terzileri, biçimlendirmek istedikleri kitleleri bu kıvrımından katlar çoğunlukla. Devletler, kabileler, dinler, cemaatler vs. kendilerini ve taraftarlarını konsolide ederken, ötekileştirerek kendine benzetme silahını kullanırlar. “benden değilsen, ondansın” şeklinde özetlenebilecek olan bu yaklaşım, içerisinde bir daveti, bir tehdidi ve bir ithamı aynı anda barındırır.

Farklılıkları reddeden, onları bir tehdit olarak gören pek çok oluşum, benzemeyenleri tokuşturarak yol almaya çalışır. Bu acımasız tokuşturma, ötekinin bir tehdit olmaktan çıkarılmasına kadar sürer gider.

Gülen cemaatinin 15 Temmuz sonrası Türkiye’de yaşadığı kendi içine kapanma ve tabanını kategorize etme gayreti, bu cümleden değerlendirilebilir. 15 Temmuz sonrasında yaşananlar, bir zamanlar içinde oldukları oluşum hakkında ciddi şüpheler ve soru işaretleri yarattı cemaat müntesiplerinde. Sahip oldukları her şeyin bir anda ellerinden çıkıp gitmesinin şokunu yaşıyordu her biri zira. Çok değil, üç-dört yıl öncesine kadar, yaşadıkları toplumun en ayrıcalıklı, imrenilen, örnek gösterilen bireyleriyken, bir gecede her şey değişmiş, korkunç birer teröriste, vatan hainine, ortadan kaldırılması gereken birer caniye dönüşüvermişlerdi.

Kafası allak bullak olan, kaderin, yoluna su serpen bir yardımcı olabileceği hayalleriyle motive olan cemaat mensupları, düştükleri bu durum karşısında kısa bir bocalamanın ardından, her zaman yaptıkları şeyi yaptılar: “abiler”e yöneldiler. “an kaldı, bahar geliyor, affetmeye hazır olun, bunlar delil değil, size bir şey olmaz, sabredin vs.” tavsiyelerinin miadı doldukça, cemaat tabanının da sinirleri gerilmeye, sabrı tükenmeye başladı. Öyle ya, ellerinde hayatlarını sürdürme adına hiçbir şey kalmadığı gibi, çalışmalarına da izin verilmiyordu. Tüm bunların üstüne, gözaltına alınma ve cezaevine girme korkusu, daha bir çekilmez kılıyordu yaşamlarını.

Derken, hiç olmayan bir şey oldu. Biat kültürüyle şekillenen, “abiler bilir, itaat et; rahat et vb.” sloganlarla yönlendirilen cemaat tabanı, sorular sormaya başladı. Sosyal medyada, internet sitelerinde, yeni nesil gazetecilik mecralarında açıktan ve yüksek sesle dillendirilen bu sorular, cemaatin karar alma mekanizmalarını rahatsız etmeye, giriştikleri suskunluk orucunu bozmak için onları zorlamaya başladı. Bir daha asla eskisi gibi rahat edemeyeceklerini iyi bilen bu karar vericiler, bu sesleri daha büyümeden susturmak için, kadim yöntemlerden biri olan ve Jane Elliott’un öğrencileri üzerinde denediği, ötekileştirmeyi kullandılar. Varlık sebebini genelde metaforlar üzerinden kodlayan cemaat kodamanları, müntesiplerini “hamlar ve haslar” şeklinde, kategorize ettiler (Bu ayırımın çıkış noktası, öncülleri olarak gördükleri Seid Kurdi (Nursi)’nin “elmas-kömür” metaforundan mülhemdir).

Karar alıcılar tıpkı Elliott’un öğrencilerine yaptığı gibi, takipçilerini “mavi ve kahverengi gözlüler” şeklinde böldüler. Tüm hayatlarını, kazanımlarını, birikimlerini, hayallerini, umutlarını kendi ellerine teslim eden kardeşlerinin geçmişine bir sünger çekip, temel insani tepkileri vermelerine dahi müsaade etmeme kararlılığı gösterdiler. Her şeye, tüm yaşananlara, çelişkilere, yalanlara, oyalamalara en küçük bir tepki gösterenlerin boynuna “siyah yaka”yı takıverdiler. Hamdı onlar, yani olmamış. Dalından koparılması, çöpe atılması ya da hayvan yemi yapılması olağandı bu kahverengi gözlülerin.

Derhal hızlı bir kampanya yürütmek ve bu siyah yakalıları, mavi gözlülere duyurmak gerekiyordu. Sohbet platformları, youtube kanalları, twitter, whatsapp grupları vs. bu iş için seferber edildi. Mavi gözlülerin, kahverengi gözlülerden daha akıllı olduğu, siyah yakalıların en hafif tabirle birer zayıf, hain ve korkak oldukları, onlarla aynı ortamda bulunulmaması, sözlerine kulak verilmemesi hatta “aynı çeşmeden su içilmemesi” gerektiği anlatıldı hararetle.

Buraya kadar olan kısım, olması gereken/beklenendi bir noktada. Gücü elinde tutanların, onu kontrol etmek için yapabileceklerinin sınırını kestirmek imkânsızdır zira. İnsanı asıl dehşete düşüren, J. Elliott rolündeki karar alıcıların yönlendirmelerinden ziyade, yönlendirilenlerin tepkileriydi.

Ailesi tarafından bile dışlanan, hain ve terörist ilan edilen cemaat mensupları, kendilerinin bu hale gelmelerinin –doğrudan ya da dolaylı- sebebi olan cemaat karar alıcılarını sorgulamak, hayatlarının ve yaşadıklarının hesabını sormak yerine, J. Elliott’un öğrencilerinin yaptığı gibi, aynı kaderi paylaştıkları, kendileri gibi acılar, yokluklar çeken, ezilen ve tüm ömrünü verdikleri mekanizma tarafından dışlanan arkadaşlarını/kardeşlerini eleştirmeye, kendileri için kullanılan kelimelerle onlara hitap etmeye başladılar.

Sistemin “kahverengi gözlüleri”, kendi siyah yakalılarını yaratmış, onlarla hesaplaşmaya girişmişlerdi. Bayan Elliott’un öğrencilerinin içinden birer canavar çıkaran bu hesaplaşma, öylesine acımasızca yapılıyordu ki, dava ve kader arkadaşlarının yirmi-otuz yıllık geçmişleri bir kalemde siliniyor, onlara yeni etiketler ve sıfatlar yapıştırılıyordu. Üstelik bu yapılırken, Seid Kurdi’nin “bine kadar bir” düsturu da fütursuzca çiğneniyordu, ona “üstadım” diyenler tarafından.

Karar alıcılar, amaçlarına ulaşmıştı sonunda. Tabandan gelecek eleştirilerin kendilerine ulaşmasını engelleyecek dinden ve egodan bir duvar örmüşlerdi. Ağızdan çıkacak her eleştiri, her soru alimlerden, peygamberlere, oradan da tanrıya kadar uzun bir yolculuk yapacak, sonunda anlamını yitirip birer sessiz çığlığa dönüşecekti. Dinlerin ve tanrının ardına saklanan cemaat kodamanları, her şeylerini aldıklarının gayretiyle, birer hayalete dönüşmüş, kendilerini rahatsız eden soruları susturamasa da anlamını ve etkisini kırmayı başarmıştı. Kaptan dümeninde, gemi ise tehlikesiz sulardaydı. Şimdilik…

Cemaat tabanının ise daha epey alacak yolu var. Sorular soran birinin kullanılması artık çok zordur. Sistem kurucuları da bunu çok iyi bilir. Onlar artık ironik bir şekilde cemaatin metaforlarından olan “kendinden motorlu” insandır. Cemaatin kavalsız güdülmeye karşılık kullandığı bu kavramı onlar, birey olma, aklı ve hür iradesiyle karar verme olarak yaşayacaklar.

Tek kazançları da bu. Şimdilik…

Esenlikler dilerim.

konusankus tarafından yayımlandı

yaşadıklarıma dair deneyimlerimi, fikirlerimi paylaşmak niyetindeyim. hakkımda bilinmesinin faydalı olacağını düşündüğüm çok bir şey yok. bir zamanlar iş güç sahibiydim; şimdi, değil. elinden alınanların, yitiklerinin hesabını sormak için yazıp çizen biri. hepsi bu

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın